SRİ LANKA DOĞU SAHİLİ..




  Bazen bir amacı iliştirirsin araç yapıp yaprağı, sürüklenirsin rüzgarla oradan oraya..Yine aynı fotoğraf sevdasıyla hazırlayıp bavulu çıktık yollara. Yol boyu hayalini kurduğum beni heyecanlandıran rengarenk çaputlar, sopaların üzerin de balık tutan balıkcılar,....kimbilir daha nice keşfedilmeyi bekleyen anlar, heybeme dolduracağım anılar..

Uzun bir yolculuktan sonra Kolombo’ya indiğimiz de hava çoktan kararmıştı. Kolomba; Sanskritçe kökenli bir kelime ve anlamı ‘ kutsal topraklar’ olan Sri Lanka’nın başkenti.

Sokaklar fazlasıyla kalabalık, hareketli, rengarenk, ışıl ışıl, cıvıl cıvıl,.....anladığınız üzere anlatacak kelimeyi bulamıyorum, yaşadığım anı şaşkınlığı. Burası Budist, Hindu, Hristiyan ve Müslümanların beraberce yaşadığı bir bölge. Hal böyle olunca Sri Lanka’da çok sayıda festival var. Bizim tam içine düştüğümüzün adı ise; Vesak Full Moon Paya (VESAK). Mayıs ayın da yapılan bir budist festivali.

Çantalarımızdan kurtulup hemen dalmalıydık bu kalabalığa. Resmi dilleri Singalaca ve Tamilce. Bunların yanı sıra yerel diller de mevcut. Ama inanın beden dili de etkili oluyor bu kadar dilin olduğu yerde. Çoluk çocuk yürüyeni, çadır önlerinde yemek kuyruğun da bekleyeni, maskeler takıp dans edeni, ...ne ararsanız var. Böyle yerlere gittiğim de önce ne çekeceğimi şaşırıyorum, bir zaman sonra kendimi sadece etrafı izlemeye bırakıyorum. Heryeri süslemişler. Rengarenk ışıklı panalorda anlatmak istedikleri hikayeler, ışıklı fenerer,maskeli dans edenler,....o kadar dikkat çeken şey var ki. Bir de tabii üç tekerlekli arabalar da yada kadırım kenarların da ufak tüpün üstünde yapılan  bol baharatlı yemek ve atıştırmalıkların kokusu. Bu tarz seyahatin daha başında olduğum durumlar da içimde ki sesi pek dinlemeyip atıyoruz kendimizi bilindik fastfood zincirlerinin kollarına.

Benim gibi çay tiryakisi olan birisiyseniz burası tam bize göre. 1972 yılından önce Seylan olarak bilinen Sri Lanka çay tarımının önde gelenlerinden. ‘ceylon Tea’ dünyaca ünlü olanı. Çaylarını buradan ithal eden bir çok çay markası var. Seyahat ettiğimiz yerlerde öyle market mağaza gezelim merakımız hiç olmamasına rağmen ayaklarımız götürüyor bizi çay satan yerlere.
 
Yoğun ve bol gürültülü bir gecenin ardından sabah evvelden ayarladığımız araçla bizi bekleyen bölgelere doğru yola çıkmaya hazırız. İsmi Meraal olan şoförümüze gitmek istediğimiz yerleri söyleyince uzaktan yakına doğru hemen bir rota çiziveriyor. Kolomba’dan Unavatuna’ya çevre yolundan gidecek, sonra sahilden geze geze dönecektik. Hint okyanusuna bakan en iyi plaj Unavatuna’daydı. Yaklaşık 2 saat sürdü seyahatimiz. Meraal bitki ve hayvanlar konusunda kedini hayli geliştirmiş. Yol boyunca uçan kuşları, bölgede ki bitkileri anlattı. Aklım da kalanı ise; 5 çeşit kartal olduğuydu.
Unavatuna’ya vardığımızda incecik kumlardan oluşan bir kumsal ayaklarımızın altında uzanıyordu. Kendi haline bırakılmış balıkcı tekneleri ve uçurtma uçuran çocuklardan başka dikkatimi çeken hiçbirşey olmadı. Oysa ki bölgeye gidilebilecek en doğru zaman da gitmiştik. Ne de olsa (aralık-mart)ve (haziran-ekim)arası muson yağmurlarının etkisin de oluyordu.

Buradan sonra ki ikinci durağımız Galle oldu. Galle ülkenin en meşhur sahilkenti ve turistlerin uğrak noktası. UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilerek koruma altına alınmış. Avrupa mimarisi ve Güney Asya geleneksel mimarisinin güzel bir karışımı olduğuna inanılmakta. Burası bir dönem Portekiz, Hollanda ve İngilizler tarafından sömürge altına girmiş. Kale içinde ki şehirleşme; oteller, cafeler, hediyelik eşya satan dükkanlarla dikkat çekmekte.

Ambalangoda ki maske müzesi bir diğer uğrak noktamız oldu. Ufak bir bina olmasına rağmen için de irili ufaklı renk ve çeşitte el yapımı maskeler var. Hemen yanında ki atölye de yapımlarını görebilirsiniz.

Yol boyunca her yerde asılı rengarenk kumaşlar ve fenerler akşam ki festival havasını hala teneffüs ettiğimizin bir göstergesi. Meraal her rengin bir anlamı olduğunu  mavinin saç, kırmızının kanı, beyazın kemiği, sarı ve turuncunun ise bedeni simgelediğini söyledi.

Öğle yemeği için tercihi Meraal’e bırakmakla akıllıca bir iş yaptığımızı düşünüyorum. Deniz kenarında ki bir balık lokantasına sokuyor bizi ve çok lezzetli bol baharatlı bir sürü deniz ürününü tatmamızı sağlıyor. Karışık tropikal meyva sularının tadı hala damağımda.
 
Nihayet beklenen an geliyor ve sahile bir yerlere çekiyor arabayı ve stickfisherman (sopalı balıkcı)ları gösterip ekliyor ‘pazarlık yapın’.

Bir anda etrafımıza toplanıyorlar. Üç tanesinin sopalara çıkıp bizim için avlanmalarını istiyoruz. Sopalara çıkış hızlarını görünce benim neyim eksik diyorum ve anlıyorum eksiği; tecrübe. Neyse biraz ıslanıyorum ama sonuç başarılı.

Avlanamadan güzel fotoğraflar çekiyoruz ve vedalaşıp yola revan oluyoruz. Az ilerde Hikatuwa’da ki denizden gelecek felaketlere karşı yapılmış 17 metrelik dev buda heyelini selamlıyoruz. Ve sırada Kosgoda’da ki karetta çiftliği var. Girişte yaptıkları işten aldığı haz her halinden belli olan bir görevli bizi karşılıyor ve havuzları, kaplumbağaları, yumurtaları ve daha bir sürü şey anlatıp, sembolik bir de ücret alıyor. O an kumları eşeleyerek çıkan yavruyu alıp bırakıveriyor avuçlarıma. Kalbim fırlayacak sanıyorum. Yavruyu bırakmam gereken havuzu gösteriyor ve tanrının varlığına bir kere daha şahitlik ederek yolumuza devam ediyoruz.

Sahilden biraz içerilere doğru ilerliyoruz ve adanın büyük şehirleri arasın da yer alan  ve ‘mücevher şehri’ olarak bilinen Ratrapura’ya varıyoruz. Adada bir çok cevher ve değerli taş bu bölgede ki geleneksel maden ocaklarından çıkarılmakta. Meraal’in bizi getirdiği mağazanın arka tarafında taşın çıkartılışından satışa sunuluşa kadar ki prosesler tek tek gösteriliyor ve sonra satış mağazasına geçiliyor. Bundan sonra ki satış prosesini anlatmıyorum J
 
Bu bölgede tarçının üretilip işlenişine de tanıklık edebilirsiniz.


Bu yoğun ve tempolu günü sonlandırmak için Kolombo’ya geri dönüyoruz ve bilmiyoruz bir sonra ki fotoğraf rotamız neresi olacak.