BAŞKA BİR DÜNYA YEMEN..

“Ruhu olan şehirlerde dolaşmak,tarihi koklamak, geçmişte kalmak ve yaşamak,farklı fotoğraf kareleri çekmek, anlatacak,yazacak bir şeyler olsun, alışılmışın dışında” bir seyahat yapmak istiyorum diye düşünüyorsanız veya en az birisini aklınızdan geçiriyorsanız gideceğiniz yer YEMEN dır.

Pasaportuma ve biletimi kontrol eden polis memuruna büyük bir doğallıkla“şükran” diyerek uçağımın yolunu tutuyorum.12 günde ne de çok Arapça kelime öğrendim, ya da günlük hayatta kullandığımız birçok kelimenin aslında arapça olduğunu gördükçe şaşırdım. Öğrendiğim 50 kelime yanına biraz İngilizce ile çoktan gündelik işlerimi yapar duruma gelmıstım. Kendi kendime gülümseyip 12 değil 32 gün kalsam büyük bir yüzsüzlük ile Arapça da biliyorum derdim diye içimden geçiriyorum.

Yeni bir yere giderken en çok da yukardan görüntüsünü merak ediyordum. Hele bir de gece ise iniş saatim beni büyüleyip, o şehir ile ilgili değişik fikirler geliştirmeme, bazen bilinmeyene giden yolda yorumlar, kurmacalar yapmama sebep oluyorlardı. Bu sefer uçağım 12 gün önce geldiğim bu yerden az sonra kalkacak ve inerken gördüğüm beni dehşete düşüren manzarayı bu sefer ayrılırken görecektim.”üçer-beser kümelenmiş sarı ışıklar aman tanrım nereye geliyorum? Aşağıda bir köy var. Nedir bu sarı ışıklar çöle mi iniyorum…evet medeniyetten fazlası ile uzak 1930 larda kalan bir ülkeye gittiğimin farkında idim.Sırf onun için yanıma çatal,bıçak,kasık,ıslak mendil…bir çok şey almıştım ama hayır bu kadar da olamaz” düşüncesinden baksa hiçbir şey geçmiyordu aklımdan.
Kim bilebilirdi yukarıdan süzülerek inerken beni bu denli şaşırtan yerin 12 günde beni fazlası ile içine alıp, dönüşümde kalbimi ve ruhumu burada alıkoyabileceğini.
Yan tarafıma oturanların tam tahmin ettiğim gibi 4 gün önce Sana’a ya gelen Türk grup olduğunu öğrenmem fazla uzun sürmedi. Yemen çok fazla turistin geldiği bir yer olmadığı için hangi gün nereye kaç turistin indiğinin çetelesini tutmaları zor olmuyor. Keza 4 gün önce Thula-Kawkaban ve Tawıla ya bizi götürecek aracı ayarlamak için gittiğimiz turizm firmasında” Bugün Türk bir grup geliyor…” bilgilerini de sormadan bize vermişlerdi. Bu tur bilgileri, cezaevindeki mensuplarını çıkarmak için turistleri kaçırıp devlet ile pazarlık yapmayı kendine ıs edinen bazı aşiretlerin öğrenmesi de zor olmuyordu. Ne de çok istemiştim kaçırılmayı keza kaçırdıkları turistlere hiçbir şey yapmadıklarını iyi biliyordum. Onlarla kaldığım sürede edindiğim bilgilerle kesin kitap yazardım. Hoş, zaten sırf bu deneyimi yasamak için bile Yemene gelenler olduğunu duydum.(İyi bir tecrübe olurduJ)Ancak devlet bu işe kendi çapında bir çözüm bulmuş; şehirler arasında kafana estiği gibi gidip gelip dolaşamıyorsun. Bir gün önceden bulunduğun şehirden çıkış izni alıyorsun ve şehirden çıkışta güvenlik güçleri aracı durdurup izin kâğıdı ve araçtakilerin uyruğunu soruyor. Şoför izin kâğıdının bir suretini verip örneğin 2 Türk diyor. Görevli gideceğin şehrin girişindeki görevliyi telsizle arayarak “2 Türk geliyor” diye bilgi veriyor. Şehre girişte az önce bilgilendirilen görevli aracı durdurup aynı sorgulamayı yapıyor ve aracın çıkışını bildiren noktaya “ 2 Türk giriş yaptı” diye bilgi veriyor. Böylelikle turistlerin giriş ve çıkışları kontrol ediliyor. Kaybolan olursa hangi noktalar arasında kaybolduğu belirlenmiş oluyor.
Yanımdaki Türkler kendi aralarında konuşuyorlar ”İyi yaptık hançer almakla…” diye bir cümle geçiyor içimdeki sese yenik düşüp bodoslama dalıyorum muhabbetin orta yerine. ” O bahsettiğiniz hançer değil Jambıa (Cambıya) diyorum ” birbirlerine bakıp biraz utanmış bir şekilde “ 3 günde ancak bu kadar öğrenebildik diyorlar” niyetim utandırmak asla değil, ne haddime ama dayanamayıp ” en azında 3 gün kaldığınız ülkenin geleneksel kültürüne dair bir şeyler öğrenin ” diyorum ve adını en başta yanlış telaffuz ettikleri Jambıa ile ilgili hiç birşey bilmediklerini anlayarak edindiğim bilgileri dökmeye başlıyorum.
Jambıa evlenme cağına gelmiş erkeklerin beyaz entari üzerine sim sırma kemerin içine yerleştirdikleri sapı; deve kemiği, gergedan boynuzu, ahşap, plastik… Olabilen ki gergedan boynuzu en pahalı olanı, ilk bakışta hançeri andıran ancak kınının rengi ve üzerindeki işlemesi ile uç kısmı biraz yukarıya kıvrık olan aynı zamanda yapılan malzemesine göre statünüzü belirleyen ya da hangi aşirete mensup olduğunuzun anlaşılabileceği bir savunma aracı. Günümüzde bir savunma aracı olmaktan ziyade bir erkek aksesuarı olarak kullanılmakta. Sadece erkeklerin yer aldığı ve sokakta yapılan düğünlerde, yeknesak devam eden müzik eşliğinde erkekler Jambıa larını  çıkararak dans ediyorlar.
Bu anlattıklarımı duyunca ”Valla biz Sana’a dan baksa bir yer görmedik, hiçbir yerde gezmedik ” dediler. Seslerindeki üzüntüyü anlamak zor olmadı. Aslında en güzel yerdeymişsiniz, dediğimde suratıma garip garip baktılar. O anda Sana’a nın UNESCO tarafında Dünya Kültür mirası listesine alındığını söylemem le şaşkınlıkları daha bir arttı. Sana’a Yemen’in başkenti olmasının yanı sıra eski ve yeni diye 2 ye ayrılıyor. Eski Sana’a denilen yer Osmanlı mimarisini yansıtan taş yapılarla bezeli. Osmanlının taş binaları üzerine daha sonra kırmızı tuğla ve kerpiç ile katlar çıkılmış. Pencere pervaz kenarlarındaki işlemeler dikkatten kaçmayacak kadar güzel yemen mimarisini yansıtmakta. Hele merdiven boşlukları ve pencere üzerlerindeki yarım daire şeklindeki kameriyaler deyip suratlarında ki bilinmeyeni görünce anlatmayı sürdürüyorum. kameriya; Renkli camlar ile yapılan üzerinde değişik şekillerin olduğu cam süslemeleri. Aslında Türkiye de de çok uzak olduğumuz şeyler değiller, Osmanlı yapılarında görüyoruz. “Hediyelik aldık mumluk şeklinde yapmışlar ” diyor bir tanesi. Aynı dükkânlarda İmam Yahya nın ve Shıbam daki evlerin maketleri vardı gördünüz mü? diyorum. Cevap hemen belli oluyor. Bulmuşum gelip, kaldığı ülkenin özelliklerinin farkında olmayan ve ben anlattıkça meraklanan, tüm bildiklerimi gördüklerimi sömürmeye hazır insan, bırakır mıyım?
Vadi Dahr daki Dar-ül-Hacer (Tas ev) denilen yer İmam Yahya’nın evi. İmam Yahya için İngiliz Yönetimine karşı direniş gösteren milli halk kahramanı da denilebilir. Halk tarafında oldukça seviliyor. Kocaman bir vadi ortasında, yine kocaman bir kaya üzerine yapılan kocaman bir taş ev. Günümüzde ziyarete acık bir müze olarak kullanılıyor. “ Buradaki Müslüman sevgisini fark etmişsinizdir herhalde ” diyor ve ekliyor bir tanesi “herkes Murat Alemdar diyor” arapça da P harfi olmadığı için Yemen’de çok izlenen kurtlar vadisindeki Polat Alemdarı , Murat alemdar diye çevirmişler.Burada portakal da Burtakal diye ekliyorum. :)
Halkın turiste çok büyük ilgisi var ruhu olan şehirlerde bozulmamış insanlar diye düşünüyorum. Sadece Sana’a da değil tüm Yemen genelinde herkesin inanılmaz bir sıcaklığı, misafirperverliği var. Yol kenarında bağdaş kurmuş yemek yerken senide davet edebiliyor yemeğine veya dolmuşa binmiş isen indirim yapıp misafirperverliğini gösterebiliyor. Zaten hepsinin yüzünde inanılmaz bir gülümseme var. Sebebini anlamak zor değil. Saat 12 oldumu herkes pazarlara koşup qat alıyor. Qat bir bitkinin filizleri, günlük taze taze toplanıyor ve maydanoz demeti gibi satılıyor. Eline bir demet qat, bir şişe su alan bulduğu yarım metrekare gölgeye uzanıp qat çiğnemeye başlıyor. Qat uyarıcı özelliği olan bir bitki ve genç yaşlı herkes yanağını şişirip adeta geviş getiriyor. Herkes fotoğraf çektirmeye pek meraklı. ”sura (fotoğraf) “ diyen poz veriyor.
Shıbam’ a gitmek için havayolunu kullanmak zorundasınız. Çünkü kuzey kesimdeki çölü geçmek gerekiyor. Shibam; Yemen’ ın Manhattan’ı.7-8 katlı kerpiç binalardan oluşuyor. Kerpiç binalar arasındaki dar taş kaplama sokaklarda dolaşırken kendimi Mardin de dolaşır gibi hissettim. Sokak arasındaki taşımacılık işleri burada da eşeklerle yapılıyor. Toprağın mimariye dönüştüğü yer. Topraktan bu kadar katlı binaların yapılabilmiş olması muhteşem. Fikri bile beni heyecanlandırırken kerpiç, yüksek yapılar arasında dolaşabilmek benim için rüya gibi bir deneyimdi. Sokak aralarında bir görünüp bir kaybolan kara çarşaflı kadınlar, bizim Türk düğünlerinden alışık olduğumuz kız çocuklarına giydirilen pembe, mavi, beyaz gelinlikler buradaki çocukların günlük sokak kıyafeti ve hemen hepsinin rengi kahveye griye dönmüş. Ancak hayal gücünü ve renk bilgin ile tahmin edebiliyorsun orijinalini. Binalardaki kapılar ve kilitlerini mutlaka görmeniz gerekir. Üzerlerindeki işlemeler, desenler, oymalar…kilitler zaten başlı başına bir tez konusu. Bina aralarında benim eskici diye nitelendirdiğim(ki oradaki tüm dükkânlar öyle ve ben eskicilerde kendimi kaybederim) mümkün olsa 3-5 tane kapı alıp gelmeyi çok isterdim. Bu arada oraya gelen turistler için Shıbam’ ı gün batarken seyretmek ya da fotoğraflamak adına seyir noktası yapmışlar. Dağa doğru tırmanmak gerekse de manzara için değer.
Geldiklerinden bu yana çay içememişler. Çay istediler hostesten. Burada çay ocakları var sokak aralarında, ”seferi” dersen kağıt bardakta veriyorlar ama şekersiz çay içme şansın yok. Denemek isteyenler içinse “ şay me halip ”(sütlü çay) burada herkes böyle içiyor.” Kim demiş kahve yemen den gelir” diyor birisi. Türk kahvesi içmek istedim” bir su bardağa sıcak suya bir kaşık kahve atıp getirdi “ diyor. Gülüyorum. Dediğin gibi Türk kahvesi denilen şey kahveyi pişirme şekli, Yemenliler bildiğimiz çekirdek kahvenin kabuğunu (bunn) kahve diye suya karıştırıp içiyorlar. ”yemek isini nasıl hallettin” diyor bir diğeri. Ben yöresel lezzetlere açığım genelde gittiğim yerlerde her şeyi denemek isterim. Burada da müptelası  olduğum tatlar oldu; Tabule, salta…bunlar arasında. Onun dışında bu 1900 lü yıllarda kalmış ülkede bir soluk almak istersen Yunan restaurantı, İtalyan pizza salonu, KFC den tut ta starbucks tarzında coffee shoplara da gidebilirsin. Şehirdeki tüm turistleri buralarda görmek biraz medeniyet soluğu almak adına bende sıkça gittim. 1900 lü yıllarda kalmış bir ülke değince mutlaka anlatmak istediğim bir şey var; gezilerde bize omzunda kalaşnikofu ile eskort eden Turizm polisiyle beraber Cuma kapısına gidip geri döndüğümüz müzeye Cumartesi günü tekrar gittik (Perşembe öğleden sonra ve Cuma günleri tatil) müze yetkilisi elinde bir tomar anahtar ile düştü önümüze, doğru anahtarı ararken dönüp bir şeyler söyledi. O anda “aman Allah ım eskort olduğunu görünce bize çok önemli bir şey gösterecek, mesela Yemen hazineleri” diye aklımdan geçirirken, kapı açıldı. İç sesimin ritmi değişmiş gözbebeklerim büyümüştü. O da ne ! duvarlarda fotoğraflar,fotoğraflar ,siyah beyaz fotoğraflar.Bunları özel kılan ne ki?Böyle kilitli kapılar ardında saklıyorlar derken altlarındaki tarih dikkatimi çekti: 1902 !..
1902 yılında Alman bir fotoğrafçı Yemen ı karış karış gezerek fotoğraflamış. Şok oldum. 1902 den bu yana bazı yolların asfaltlanması, deve kervanları yerine, hurdalıktan cıkmış izlenimi veren hayalet görünümlü araçlar dışında değişen hiçbir şey yok. Ben 1930 lara ışınlandığımı düşünürken hayli iyi niyetliymişim. 1900 lerde yaşayan bir ülke ve kaldığımız 5 yıldızlı Avrupa standartlarındaki otel ki buranın mimari yapısına uygun ve kerpiçten. Tüm tezatlıklar bir arada. Bu arada oteldeki tek müşteri biziz. Otel emrimize amade. Her gün 200-250 kare fotoğraf çektim başlarda. Deklanşörden parmağımı kaldırmak istemeden her şeyi ama her şeyi çekmek istiyordum. Mutlaka fotoğraf sanatı ile uğraşanların gelmesi gerekir. Birde büyücü kadın dediğimiz siyah çarşaf üstüne uzun kocaman hasır şapkalar takanlar vardı. En çok bunlar uğraştırdı. Fotoğraf makinesi gördüğü yerde şapkalarını çıkarıyorlardı. Fotoğraf çektirmek istemiyorlardı. Ama diyorum (gülerek) ben çektim.
Sırf yine fotoğrafçıların ilgisini çekecek bir yer var ki Vadi duan da Bukshan Otel den vadinin görünüşü. Oraya görmek için tam gün gidilen yola değer. Bukshan otel 5 yıldız standartlarında son derece lüks, temiz ve zaten hiç müşterisi olmadığı için personel gelenlere karşı çok ilgili. Yemek saatimiz oraya denk getirdik ve kendimi Brezilya dizilerinde ki gibi hissettim başımızda emirlerimiz bekleyen personel ile. Aynı otelin sahibi vadi daun da bir otel daha yapmış kerpiç binayı rengârenk boyayarak bir yaş pasta görüntüsü vermiş. Aynı odada bulunan 5 çift kişilik yatağa anlam veremediysem de gayet şık bir oteldi. Bu bölgede ki binaların dış cephelerinde daha oryantalist etkiler öne çıkmakta.
Ortak paydada buluşmanın verdiği etki ile esir aldığım seyahat arkadaşlarımdan bir tanesi “Sana’a tamam, kuzeyde shibam, Tarim tamam. Başka neresi var? dedi.
 Thula, Kawkaban ve Tawila bu üçü bir günde gezilip bitirilebilecek bir güzergâh dedim. Osmanlı kalelerini görme isteğiniz varsa bu tarafa gitmek gerek. Aaa! Bir de mumya müzesi vardı, çok şaşırttı bizi ama maalesef gezemedik kapalıydı. Bu bölgelerde kadınları kara çarşaf yerine kırmızı-mavi desenli yemenilerle örtülmüş görüyoruz. Burada Yemek olanakları daha kısıtlı ama yok da değildi. Şoförümüz bizi bir lokantaya götürdü, tavuk ve safranlı pilav yiyeceğiz. Etrafımızı saran çocuk grubunun ortasına elimdeki rengarenk çatal bıçakla gayet lezzetli yemeğimizi yiyip kalktık. Daha arkamı dönmemiştim ki çocuklar yeni oyuncaklarını çoktan bulmuşlardı (çatal, bıçaklar).
Ama esas benim aklım yemenin önemli bir dalış merkezi olan  Sukutra adasında  kaldı. Sırf bu ada için gözlerim parlayarak tekrar geleceğim derken, konuşmamızın basında “biz nereye düştük’’ diyenler şimdi anlattıklarım nedeniyle “biz hiçbir şey görmeden donuyoruz” diyorlardı.
Sabah 06.30 iniş yapan uçağım, bagajlarımı beklerken etraftaki ışıklar, anonslar, insanlar, kıyafetler…her şey beni medeniyetin kucağına tekrar atıvermişti.






“Ruhu olan şehirlerde dolaşmak, tarih koklamak, geçmişte kalmak ve yaşamak, farklı fotoğraf kareleri çekmek, anlatacak, yazacak bir şeyler olsun, alışılmışın dışında” bir seyahat yapmak istiyorum diye düşünüyorsanız veya en az birisini aklınızdan geçiriyorsanız gideceğiniz yer YEMEN dir.